Özgürlük Filosu Medyası

16 Temmuz 2010 Cuma, Vakit gazetesi

13 Temmuz Salı günü Özgürlük Filosu Medyası (Flotila Free Press) adıyla Haliç Kongre Merkezi'nde önemli bir toplantı gerçekleştirildi. Açık frekansla uydudan canlı olarak yayınlanan ve bazı televizyon kanallarından kısmen veya tamamen verilen bu programa ben de Allah'ın izniyle başından sonuna kadar katılma fırsatı buldum. Bugünkü ve müteakip yazımızda da bu toplantıdan aldığım bazı notları ve onlarla ilgili tahlillerimizi siz değerli okuyucularımıza aktarmak istiyorum.

Toplantıda konuşma yapan tüm gazetecilerin ortak şikâyetleri kaçırılmak ve tüm mesleki araçlarının gasp edilmesiydi. Konuşan gazetecilerin maruz kaldıkları muamelelerle ilgili kavramları özenle seçmeleri takdire şayandı. Siyonist korsanların Akdeniz'in uluslararası sularında insanî yardım amacıyla yola çıkmış bir gemiye baskın düzenleyerek yaptıkları, bazı haberlerde geçtiği şekilde gözaltına alma veya tutuklama değil kaçırma idi. Korsanların bu insanların özel eşyalarını ve mesleki görevlerini yerine getirmek amacıyla yanlarına almış oldukları araçlarını almaları da gasp idi.

Özellikle mesleki amaçla gemide bulunan gazetecilerin, hiç kimsenin müdahale yetkisinin olmadığı uluslararası sularda silah kullanılmak suretiyle yani şiddete başvurularak götürülmeleri ve görevlerini yerine getirmelerinin engellenmesi bütün uluslararası anlaşmalara ve uluslararası hukuka göre suçtur. Çünkü basın mensuplarının savaş alanlarına girerek bile mesleki sorumluluklarını yerine getirmelerine imkân tanınması, engel olunmaması uluslararası yasaların gereğidir. Dolayısıyla siyonist korsanların Özgürlük Filosu'nda bulunan basın mensuplarını kaçırmaları ve mesleki araçlarını gasp etmeleri sebebiyle Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanmaları ve mahkûm edilmeleri gerekir. Aksi takdirde bir uluslararası hukukun varlığından söz edilmesi anlamsızdır, bu konuda söylenenlerin tamamı sadece laf salatasından ibaret kalır. O durumda uluslararası hukukun hâkim güçlerin baskı amaçlı muamelelerine “hukuk” kılıfı geçirilmesi olduğunun ve bu “hukuk”un söz konusu güçlerin himaye ettiklerine karşı hiçbir geçerliliğinin olmadığının itiraf edilmesi gerekir.

Burada vurgulanması gereken bir husus da siyonist korsanların, Özgürlük Filosu'nda bulunan medya mensuplarının araçlarına el koymaya neden ihtiyaç duyduklarıdır. Bu araçları kullanmak istedikleri için böyle bir gasp işlemi gerçekleştirmeyeceklerini hepimiz tahmin ederiz. Söz konusu araçların kaydettiği gerçeklerin dünya kamuoyuna yansıtılmasından korktukları yani medya mensuplarının araçlarının kaydettiği gerçeklerden korktukları için onları imha etme amacıyla o araçları gasp etme ihtiyacı duymuşlardır. Yani kendilerini zor durumda bırakacak görüntüleri ve bilgileri imha edebilmek için tüm uluslararası yasalara ve anlaşmalara göre suç sayılan gasp ve insan kaçırma eylemlerini işlemişlerdir. Kendilerini bu konuda cüretkâr hissedebilmelerinin sebebi ise arkalarında duran hâkim güçlerin üzerlerine gitmeyeceğini tahmin etmeleri ve bu konuda kendilerini rahat hissetmeleridir.

Toplantıya katılan Batılı gazetecilerin ortaya koyduğu gerçekler Avrupa ve ABD'deki hâkim güçlerin ikiyüzlülüğünü daha doğrusu yüzsüzlüğünü de bir kez daha gözler önüne serdi. Onların daha önce İslâmî duyarlılık sahibi vatandaşlarının mağduriyetlerine karşı sorumluluklarını yerine getirmediklerine şahit olmuştuk. Fakat Özgürlük Filosu'nda bulunan Batılı ve Amerikalı basın mensuplarının büyük çoğunluğu Müslüman bile değildi. Ne var ki zulmeden, haksızlık eden taraf siyonist korsanlar olunca Müslüman olmayan vatandaşlarını da ihmal ettiler.

Bu gerçek karşısında, İsrail zindanında iken duyduğum bir gerçek tekrar aklıma geldi. İngiliz vatandaşları tespit için bulunduğumuz koğuşa giren İngiltere'nin Tel Aviv Büyükelçiliğinde görevli bir üst düzey yetkiliye arkadaşlarımız Avrupa ülkelerinin olaylar karşısında nasıl bir tavır takındığını sorduklarında “kimse İsrail'le karşı karşıya gelmek istemiyor” demişti.

Bu söz aynı zamanda Avrupa ülkelerinin siyonist korsanlar karşısındaki sessizliklerinin onları değil kendilerini sıkıntıya sokmama amacından kaynaklandığını ve gerçekte İsrail'e karşı da samimi olmadıklarını gösteriyordu. Yani siyonist korsanlarla karşı karşıya gelmenin kendi başlarını da derde sokacağını düşündüklerinden, başlarına dert açmamak için kendi öz vatandaşlarını, hatta onların Müslüman olmayanlarını bile rahatça feda edebildiklerini gösteriyordu.

Fakat siyonist korsanların askerî güçleri gibi dünyadaki lobi güçlerinin de aslında şişirme bir balondan ibaret olduğunun görüleceği günlerin çok geç olmadığına inanıyoruz. Bugün tehdidin gücünü kullanmalarına rağmen her geçen gün yalnızlıkları artan siyonist korsanlar o zaman çok daha yalnız olduklarını görecekler.

Bütün Malzemeleri Yalan

17 Temmuz 2010 Cumartesi, Vakit gazetesi

Özgürlük Filosu Gazetecileri sadece ülkelerinin siyonist korsanlar karşısında kendilerine sahip çıkmamasından ve gasp edilen araçlarının geri alınması için herhangi bir girişimde bulunmamalarından değil aynı zamanda saldırıya uğramaktan şikâyetçi idiler. Filoda mesleki görevlerini yerine getirmek için bulunmuş olmalarına rağmen ülkelerine döndüklerinde siyonist lobilerin ve onların güdümündeki medyanın hedefi olduklarını, filoda gazeteci değil aktivist olarak bulunmakla itham edildiklerini hatta teröre destek vermekle ve teröristlikle suçlandıklarını dile getirdiler.

Özgürlük Filosu'nda bulunan medya mensuplarının Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlenen toplantıda yaptıkları konuşmalarda ülkelerine döndükleri zaman başlarına gelenlerle ilgili anlattıkları Batı'daki “basın özgürlüğü” iddiasının tamamen yalan, aldatmaca ve göz boyamadan ibaret olduğunu, onun da ötesinde Batı medyasının uluslararası siyonizmin güdümünde olduğunu gösteriyordu. Bu konuda Özgürlük Filosu Medyası ekibi içinde yer alan bir Alman film yapımcısının dile getirdiği husus oldukça düşündürücüydü. Bu kişi ülkesine döndükten sonra medya organlarında siyonist korsanların baskınıyla ilgili haber ve yorumları takip ettiğini sonra eleştirel yazıları İsrail'in Haaretz gazetesinde çıkan eleştirilerle kıyasladığını ve Haaretz'teki eleştirel yazıların sayısının daha çok, sergilediği tavrın da daha cesaretli olduğunu görünce şaşırdığını ifade etti.

Batılı gazetecilerin üzerinde durduğu en önemli husus ise bizim de daha önce dikkat çektiğimiz yalancılık, Siyonist korsanların ve işbirlikçi medyanın yürüttüğü propaganda da kullanılan malzemelerin hep yalanlardan oluşmasıydı. Çünkü doğrular lehlerine konuşmuyordu. İşin ilginç yanı kullandıkları yalanların çoğunun akla yatkın bile olmamasıydı. Tıpkı bizi kaçırdıkları sıra bize karşı kullandıkları yalanlar gibi.

İtalyan gazeteci Manolo Lupichini'nin başından geçen bir hadiseyi burada da aktarmak istiyorum. Filo mensupları içinde İsrail zindanlarından en son çıkarılan kişi olduğunu söyleyen Lupichini, korsanların birkaç kez kendisine telefon görüşmesi imkânı tanıyacakları sözü verdikleri halde bu sözlerini yerine getirmediklerini söyledi. Son olarak Ben Gurion Havaalanı'na getirildiğinde bu sözlerini hatırlatması üzerine “Bu havaalanında telefon yok” cevabı verdiklerini söyleyen Lupichini “Bana daha mantıklı bir mazeret bulmalarını arzu ederdim” dedi. Gerçi onların böyle bir mazeret ileri sürerken muhataplarıyla dalga geçtikleri açık. Ama korsanlar lazerli otomatik silahlarla, gaz bombalarıyla ve hücum botlarıyla saldırıya geçerken ekmek bıçaklarını, kebapların pişirilmesinde kullanılan şişleri, tornavidaları ve güverte korkuluklarından sökülen demirleri onlara karşı kullanılan silahlar diye sergileyen siyonist medya da toplumun muhakeme gücüyle, aklıyla ve algılama kabiliyetiyle dalga geçmiyor mu? Sahilden 75 mil ötede, uluslararası sularda her taraftan askerî botlarla ve helikopterlerle sıkıştırılan bir gemiye saldırıya geçilmesinin, dokuz insanın katledilmesinin, 54 insanın yaralanmasının ve 700 insanın kaçırılmasının “haklı” gösterilmesi için “ilk ateş edenler gemidekilerdi” yalanına başvurulması da insanların akıl ve muhakeme kabiliyetleriyle alay etmek değil midir?

Batılı gazeteciler ülkelerindeki medya organlarının kendilerinin bizzat şahit oldukları gerçeklere sansür uygularken siyonist korsanların servis ettiği yalanlara itibar etmesinden muzdarip idiler. Bu yalanların insanların akıl ve muhakeme gücünü hafife alan nitelikte saçmalıklardan ibaret olmasına rağmen.

Güney Kore asıllı ABD vatandaşı olan Iara Lee'nin konuştuklarından burada özetle de olsa söz etmeden geçemeyeceğim. Siyonist korsanların bütün engellemelerine rağmen çektiği video görüntülerini çıkarmayı başaran ve onları BM Gazeteciler Derneği'nde seyrettirerek korsanların yalanlarını yüzlerine çarpmak suretiyle bir gazetecilik kahramanlığı gerçekleştiren Iara Lee toplantıda İHH ile ilgili sorulara cevap vermesiyle dikkat çekti. Bayan Lee, İHH'yı Özgürlük Filosu öncesinde tanımadığını söylerken gayet gerçekçiydi ve kimseden bir şey saklamıyordu. Ama “Dikkat edin bu İHH siyasi bir örgüt de olabilir!” uyarısında bulunmayarak Batı'daki medyanın İHH'ya yönelttiği suçlamaların tamamen haksız, kasıtlı ve siyonist korsanları temize çıkarma amacına yönelik tutarsız iddialardan ibaret olduğunu dile getiriyordu. Müslüman olmadığı halde adeta bir Müslüman duyarlılığıyla konuşarak İslâm'ın insanî yardımda dinî ayrım yapmadığına dikkat çekiyor, İHH'nın da 120 ülkeye yardım götürürken yardım alacakların dinî kimliklerine bakmaksızın hiçbir ayrım yapmadığına şahit olduğunu, Filistin'e yardımının da tamamen insanî amaçlı olduğunu vurguluyordu. Tebrikler sana Iara! Bunları Pensilvanya'ya gidip oradakilere de anlatırsan ikinci bir kahramanlık gerçekleştirmiş olacaksın.

İrtibatlı Yazılar:

Özgürlük Filosu (Mavi Marmara) Yazıları