9-12 Haziran 2010 Çarşamba-Cumartesi, Vakit gazetesi
İnsanlık adına onur verici bir yardım faaliyeti için yola çıktığımız sırada insanlık düşmanı vahşi canavarların saldırısına maruz kaldık. Orada doğal olarak savunma konumunda kaldık. Çünkü beklemediğimiz bir yerde, beklemediğimiz anda ve tam anlamıyla bir savaş çıkartması yapılarak gerçekleştirilen bir saldırıydı. Geldik burada da onların yerli işbirlikçilerinin, kendilerine sağlanan üç kuruşluk dünya çıkarı için insanî değerlere savaş açabilen yüzsüzlerin saldırısıyla karşı karşıya kaldık. Böyle bir saldırıya maruz kalabileceğimizi ise tahmin ediyorduk. Çünkü onları kiralayan, kendilerine taktik öğreten işgalci saldırganlar, zindandaki sorgulamalar esnasında kardeşlerimize bunu haber vermiş ve “psikolojik savaşta kendinize fazla güvenmeyin, çünkü biz de gerekli bağlantıları kurduk” demişlerdi. Üstelik yıpratma, yıldırma stratejilerinde üste çıkabilmek için bunu çok arsız bir şekilde açığa vurmaktan çekinmiyorlardı.
Peki, burada da savunma konumunda mı olacağız? Medyada bize ayrılan sütunları ve süreleri onların arsız saldırıları karşısında kendi haklılığımızı ispat çabalarına mı harcayacağız? Bizim sütunlarımızın ve sürelerimizin onların saçmalıklarıyla uğraşmaya tahsis edilmeyecek kadar kıymetli olması gerekmiyor mu? Bizim bu imkânları onlara cevap vermede değil de insanî değerlere bağlı, ahlâkî ölçüleri benimsemiş vicdanlara mesajlarımızı iletmede değerlendirmemiz daha faydalı olur. İşgalci Siyonistlerin kumanda ettiği arsızlara cevap vermek için kendileriyle doğrudan irtibata geçilmesi daha uygundur. Onun için değerli okuyucularımızdan bana bu yüzsüzlere makalelerle cevap verme teklifinde bulunmamalarını rica ediyorum. Onların arkalarında duran Siyonistlerin eğer dayanacakları bir mesnet olsaydı zaten soruşturma komisyonu kurulmasını ve doğrularla yüz yüze gelmeyi kabul ederlerdi. Bunu kabul etmediklerine göre doğrulardan kaçıyorlar demektir.
Ben Allah’ın izniyle bugünden itibaren, bu hafta boyunca yazacağım yazılarda işgalci saldırganlara karşı ortak bilince dayalı bir sistematik mücadele verilmesiyle ilgili önerilerimi dile getirmeye çalışacağım. Siz değerli okuyucularımızdan da bu bilgileri kitlesel tabana yaymak suretiyle geniş tabanlı bir mücadele verilmesine katkıda bulunmanızı talep ediyorum.
İşgalci saldırganlar her zaman olduğu gibi kendilerini dünyanın en güçlüsü sanarak, bütün hukukî kuralları, ahlâkî değerleri ve insanî ölçüleri ayaklar altına alıp bizi açık denizde yaylım ateşine tuttular. Biz de mücadelemizi sistematik ve sürekli hale getirmek suretiyle onları kitlelerin yaylım ateşine maruz bırakabilir, kıskaca alabilir ve bütün her yerde acziyetlerini kendilerine gösterebiliriz. Bunda başarılı olduğumuzda onların yerli işbirlikçilerinin sonu da Güney Lübnan’da Antuvan Luhad komutasında oluşturulan Siyonist işbirlikçisi Güney Lübnan Ordusu (SLA) mensuplarının, işgalciler bölgeden çıktığında düştükleri durum gibi olacaktır. Yani “ya bizi de götürün, ya siz de gitmeyin” diye yalvaracaklar ve “kusura bakmayın, sizi bu kadar besledik bundan sonra sırtımıza yük edemeyiz, başınızın çaresine bakın” cevabını alacaklar.
En başta dikkate almamız gereken husus ilkeliliktir. Bu mücadelenin, bir katliamın intikamını alma, işgalcinin Türkiye önünde diz çökmesini sağlama veya haksız bir şekilde gasp edilenleri geri alarak ilişkileri yeniden düzene sokma kavgası olmadığını, Filistin toprakları üzerindeki işgali tümüyle ret ilkesine dayalı bir özgürlük ve hak mücadelesi olduğunu bilmeliyiz. Dolayısıyla işgal tümüyle sona erinceye, insanlık İsrail belasından kurtuluncaya kadar her ne elde edersek edelim, hedefimiz daima bir ilerisi olmalıdır. Siyonist işgali kısmen de olsa meşrulaştıran hiçbir formül bizi tatmin edemez. Zaten işgalin devamı ileriye dönük risk ve tehdidin devam etmesidir. Dolayısıyla böyle bir şeyi onaylamak gelecek nesillere haksızlık olur.
Filistin toprakları üzerinde Siyonist otorite zalim olduğu gibi aynı zamanda gayrimeşrudur. Bu otoriteyi meşrulaştırmak ve itaati hak etmiş bir otorite olarak lanse etmek, ahlâkî olmadığı gibi şer’î açıdan da haramdır. Bu konudaki şer’î delilleri biz daha önce Filistin Davasının İslâmî Temelleri adlı kitabımızda sıralamıştık. Dolayısıyla vacib olan bu otoriteye itaat değil, bu otoriteyi kesin bir şekilde reddetmek ve silahın gücüne, savaş ve şiddete dayanan bu otorite tamamen yok oluncaya kadar kararlı bir şekilde mücadele etmektir.
Bundan dolayı Siyonist işgalle ilişkiler konusunda “askıya alma” ve bu yolla işgalcileri hizaya sokma girişimleri tatmin edici olmamalıdır. Bizim ilkemiz açısından işgal tümüyle reddedilmeli ve meşru tanınmamalıdır. Dolayısıyla onunla ilişkilerin, anlaşmaların askıya alınması değil sona erdirilmesi gerekir. Meşru olmayan bir otoriteyle ilişkiler de gayrimeşrudur.
***
Siyonist işgal ve onun gerçekleştirdiği vahşi saldırılar karşısında harekete geçen kitlelerin zihninde dolaşan en önemli soru “bütün bu tepkiler sadece birkaç günlük bir heyecan ve hiddetten ibaret kalıp da sonra her şey yine siyonist saldırganın arzuladığı istikamete doğru yeniden rayına oturtulacak mı?” sorusudur. İşgalci saldırgana karşı gerçekleştirilen tepki eylemlerinde de en sık karşılaştığımız soru bu. Böyle olmaması için bizim de ona karşı mücadelemizi stratejik bir şekilde kalıcı, sürekli hale getirmemiz gerekir.
İşgalci saldırganın amacı hiddetin dinmesini beklemek ve ardından tekrar her şeyi kendi istediği istikamete doğru yeniden yönlendirmektir. Beslemelerini bu amaçla ilk günden harekete geçirdi. Onlar böyle bir ortamda Siyonist vahşeti savunmanın kendileri için çok çirkin bir ayıp olacağını, şiddetli bir tepkiyle karşı karşıya kalacaklarını bildikleri halde bunu yapıyorlar. Çünkü siyonist saldırgan, tepkilerin kalıcı ve sistematik hale gelmesini engellemek amacıyla medya ve psikolojik yönlendirme faaliyetlerine büyük harcamalar yapıyor. Onlar da işte bu harcamalardan iyi beslendikleri için tam anlamıyla yüzsüzlük olduğunu ve sert tepkiye sebep olacağını bile bile siyonist vahşetin yanında yer alabiliyorlar.
Bizim de onların oyunlarını bozmak için mücadelemizi kalıcı ve sistematik hale getirmemiz gerekir. Bunu başarmamız da en başta mücadeleyi kitlesel tabana yaymayı gerektirir. Onun için siyonist vahşete karşı olan herkes kendini bu sistematik mücadelenin gönüllüsü addedip Siyonist saldırganlarla yeniden yakınlaşmanın önünü kesmek için toplumsal bilinç ve duyarlılık oluşturma, bu duyarlılığı geniş tabana yayma çabalarına katkıda bulunmalıdır. Bu da bilgilenme ve bilgilendirmeyi gerektirir. Ama doğru bilgiye ulaşma çabası içinde olmalıyız. Siyonist saldırgan ve onunla işbirliği içindeki medya sürekli zihinleri bulandıran gerçek dışı spekülatif ve sansasyonel iddiaları kamuoyuna yayarak kitlenin doğru kanaate ulaşmasını engellemeye çalışıyor. Buna karşı dikkatli olmak gerekir.
Siyonist saldırgan karşısındaki tepkinin sonuçlarının sadece birkaç günlük hiddetten ibaret kalmaması için resmî düzeyde irtibatın sürekli aşağı çekilmesi ve neticede gayri meşru işgali tümüyle ret derecesine varması için bastırmalıyız. İşgal devletinin BM’de kınanması için yürütülen çabalar takdire değerdir ama bundan istediğimiz sonucu elde edemeyiz. Çünkü işgalci bir yandan tehdit etmeye devam etmekte, hatta Türkiye Başbakanının Gazze’ye gitmeye kalkışması halinde onun da gemisini batırabileceklerini söyleyecek kadar arsızlaşabilmektedir. Bazı ortak tatbikatların iptali ve birtakım anlaşmaların askıya alınması olumlu gelişmedir ama bu hâlâ olması gerekenin bayağı gerisinde durulduğunu gösterir. Çünkü “askıya alınması” işgalci saldırgana cesaret verir. İleride işlerin yine kendi istediği doğrultuda rayına oturacağı beklentisine girmesini sağlar. Yapılması gereken tamamen iptal edilmesi, gündemden çıkarılması, yeni anlaşmaların kapılarının bütünüyle kapatılması, geçmişte imzalanmış anlaşmaların iptalinin de gerekçesinin oluştuğunun kendisine bildirilmesidir. Çünkü uluslararası sularda bir ülkenin gemisine saldırılması o ülkenin topraklarına saldırılmasıyla eşdeğerdir. Bir ülkenin topraklarına saldırılması ise savaş ilanı anlamına gelir ve bir ülke kendisine savaş ilan eden tarafla tüm anlaşmalarını bozabilir, savaş ilan eden taraf anlaşmaların iptalinden doğan zarar sebebiyle herhangi bir hak iddiasında bulunamaz. Bu itibarla Türkiye’nin işgalci siyoniste karşı gösterdiği tepki takdire değer olmakla birlikte henüz yumuşak tepki düzeyindedir, sert tepki düzeyine geçilmemiştir. Sert tepki düzeyine geçilmesi için kamuoyunda geniş çaplı bir duyarlılık oluşturmak gerekir.
Türkiye’nin göstereceği tepkiden dolayı Amerikan emperyalizminin yapacağı siyasi baskıların hiçbir tesiri olmayacaktır. Çünkü Amerikan emperyalizmi artık kendi başının derdiyle uğraşmak zorundadır. Şimdilik her ne kadar siyonist saldırgana sahip çıksa da onu himaye etme gücünü büyük ölçüde kaybetmiştir ve önümüzdeki dönemde sahip çıkma gücünü bile kaybedebilir.
Mücadelenin sistematik ve kalıcı hale getirilmesi için Mavi Marmara Gemisi sembolleştirilmeli ve onun etrafında muhtelif etkinlikler düzenlenmeli, onun bir dönüm noktası olarak algılanması sağlanmalıdır. Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davudoğlu’nun da ifade ettiği üzere bu olay Türkiye’nin 11 Eylül’üdür. Daha doğrusu artık dünyanın gündeminde 31 Mayıs 2010 var. Mavi Marmara var. Bu olayla birlikte siyonist işgalin gerçekte yasal bir devlet değil, kanla beslenen, gözünü kan bürümüş, masum insanlara yardım için yola çıkmış masum silahsız insanları bile katletmekten çekinmeyen bir vahşi terör örgütü olduğunu tüm dünya gördü. Bu olay unutulamaz, unutulmamalı.
***
İşgalci saldırganların gerçekleştirdiği sorgulamada, basında etkili kardeşlerimizden birine durumdan kendilerinin de memnun olmadıklarını ifade ederek, bunun nasıl düzeltilebileceğini soruyorlar. Onların orada dile getirdiği husus ve kardeşimize yaptıkları bazı öneriler kendilerinin yeniden bir arayış içinde olduklarını gösteriyordu. Kardeşimiz gayet net cevap veriyor ve işgalin reddi dışında bir tercihlerinin olmadığını söylüyor. Bugün bakıyoruz bazen doğrudan siyonist yorumcuların bazen de onların yerli sözcülerinin yorumlarıyla işgalci saldırganlarla Türkiye arasındaki ilişkilerin yeniden rayına oturtulması için yoğun çaba harcanıyor. Bu çabayı sarf edenler arasında dünyevi hesaplar için akidevi ilkeleri bile arka plana atabilen muhafaza-kâr yorumcular da var. Onlar kârlarını, çıkarlarını muhafaza etmek için vahşi siyonist zulmü meşrulaştırma ve onunla ilişkileri normalleştirme çabası harcasa da biz ilkelerimizi muhafaza etmek ve zulme karşı kesin tavır almak zorundayız.
Siyonist işgale ve zulme karşı sistematik mücadelede ihmal edilmemesi gereken bir uygulama boykottur. Bu konu daha önce de tartışılmıştı. Özellikle Gazze’ye yönelik insanlık dışı saldırıda ciddi tartışma konusu olmuş, bazıları bunu basite alarak bir etkisinin olmayacağını ileri sürmüştü. Oysa gerçek hiç de öyle değildir.
Bugün uluslararası siyonizmin dünyadaki lobi güçlerinin arka planında ekonomik güçleri var. Ayrıca boykotta satın alacağımız ürünlere vereceğimiz paranın miktarının azlığını değil katılacak veya katılabilecek kitlelerin büyüklüğünü dikkate almalıyız. Bir kişinin vereceği para 1 lira olsa bile katılacakların sayısı 1 milyonu bulduğunda miktar 1 milyon liraya ulaşıyor. Yani verilen miktarlar değil katılan milyonlar önemlidir. Yeter ki biz bu duyarlılığı milyonlara taşıyabilelim. Onun için sadece red ile yetinmeyip reddedenlerin sayısını artırmak için çalışarak boykotu kitlesel duyarlılık haline getirmeliyiz. Ayrıca uluslararası siyonizme destek veren bir firmanın ekonomik yönden etkisiz hale getirilmesi onun ürünlerinin satışının sıfıra düşürülmesini gerektirmez. Yüzde yirmilik bir düşme bu sonucu sağlar. Çünkü bu kadarlık bir düşme gerçekleşmesi durumunda elde ettiği gelir sadece firmanın kendi çarkını döndürmesini sağlamaya yetecektir.
Listenin çok uzun tutulması hem boykotun takibini zorlaştırıyor hem de bazı gereksiz firma isimlerinin de listeye alınması sonucunu doğurabiliyor. Bu da boykota katılmak isteyenlerde tereddüde yol açıyor. Bu açıdan hem zihinlerin yoğunlaşması, hem takibinin kolaylaşması, hem de tereddütlerin giderilmesi açısından 20 kadar firmayı merkeze yerleştiren, ayrıca işgal devletine desteklerinden dolayı bazı kuruluşları da şüpheliler listesine alan bir boykot programının düzenlenmesi daha isabetli olur. Merkeze yerleştirilen firmaların ürünlerinin kesin bir şekilde alışveriş listemizden çıkarılması, onlarla ekonomik ilişkilerin tamamen kesilmesi diğerleri için de mümkün oldukça alternatif ürünler araştırılması boykot programının uygulanmasını kolaylaştırır.
Herkesin kafasına göre bir liste düzenlemesi de işi karmaşık ve içinden çıkılmaz hale getiriyor. Ondan dolayı özellikle merkeze yerleştirilecek yirmi firmada ittifak için “Siyonist Şiddete Karşı Ekonomik Mücadele” başlığı altında bir koordinasyon veya istişare çalışması düzenlenmesi faydalı olur.
Boykot programımızın en önemli hedeflerinden biri de siyonist şiddetle işbirliği içindeki medya organları olmalıdır. İnsanlarımız bir yandan bu medya organlarının, onlarda yazı yazan yorumcuların tutumlarına tepki gösterirken diğer yandan paralarıyla, reklamlarıyla veya en azından ilgileriyle onları destekliyor, kamuoyu üzerindeki güçlerini ve etkilerini korumalarına yardımcı oluyorlar. Oysa yapmamız gereken onlarla bağları koparmak, kamuoyundaki güçlerinin zayıflaması için elimizden geleni yapmak, çevremizdeki insanları bu konuda bilinçlendirmek ve medyadaki saltanatlarını yıkmak için kitlesel dayanışmanın yaygınlaşmasını sağlamaktır. Bunun için toplumdaki red ve tepki bilincini yaygınlaştırmak amacıyla herkesin kendini bir gönüllü addetmesine ihtiyaç var.
Okuyucunun katılımına imkân sağlayan Internet medyasının gelişmesinden sonra haber ve makalelerin altına yazılan okuyucu yorumları bayağı önem kazandı. Fakat İslâmî duyarlılık sahibi okuyucularımızın beğendikleri makalelerin altına beğenilerini dile getiren yorumlara daha fazla zaman ayırdıklarını görüyoruz. Bu belki o makalenin yazarına moral ve güç kazandıracaktır ama buna ihtiyaç yok. Siyonist şiddete arka çıkanlara, hakarete varmayan üslup ve ifadelerle cevap vermeye ve tepki göstermeye daha fazla zaman ayırmak gerekir. Editörlerin de çoğu zaman bizim insanlarımıza yönelik çirkin hakaret ve saldırıları “yorum”diye yayınladıklarına şahit oluyoruz. Buna da fırsat verilmemeli. Çünkü hakaret eleştiri ile aynı kategoriye konamaz.
***
Süreklilik arz eden mücadelede bilgilendirmenin özel bir yeri var. Sahiplenme ve önemseme bilgilendirmeye bağlıdır. Filistin davasının sahiplenilmesi ve önemsenmesi konusunda bugün gelinen noktada bilgilendirme çalışmalarının özel bir yeri olduğunu düşünüyoruz. Çünkü siyonist saldırganlar Filistin davasının insanî ve İslâmî duyarlılıkla önemsenmesini engellemek için hizmetlerindeki medya organlarını kullanarak yıllarca yoğun çalışmalar yürütmüş, bu çalışmalarında da genellikle kafa bulandıran yalanlardan istifade etmişlerdir.
Bizim bilgilendirme çalışmalarımızda yalana ve iftiraya ihtiyacımız yok. Vicdan sahiplerini harekete geçirmek ve çağrılarımıza cevap vermelerini, olumlu yaklaşmalarını sağlamak için doğrular bize yetiyor. Doğrular siyonist saldırganın işini görmediğinden, tam aksine ayağına dolandığından, planlarını uygulamasını önlediğinden yalan ve iftiralara ihtiyaç duyuyor.
Bununla birlikte bilgilendirme çalışmalarımızda zaman ve emeği saldırganın yalan ve iftiralarına cevap için harcamamalı, sürekli savunma konumunda olmamalıyız. Biz eğer doğruları konuşmaya, katillerin gerçek yüzlerini ortaya çıkarmaya daha çok zaman ayırırsak cevap vermek zorunda kalanlar onlar olacaktır. Yerli işbirlikçilerin Siyonist katillerle irtibatları üzerinde durmamız da onların yalan ve iftiralarını gündeme taşımaktan daha isabetlidir.
Bilgilendirme çalışmalarını bir kampanya şeklinde yürütmeliyiz. Yani her şeyi medyadan, medya organlarından beklememeliyiz. Bugün Türkiye çapında, Filistin davasına duyarlı, Siyonist katillere tepkili yüzlerce sivil toplum kuruluşu var. Bunları şubeleriyle birlikte saydığımızda sayıları birkaç bini bulur. Her bir şubenin ortalama yüz kişiyi bilgilendirme alanına çekmesi mümkündür. Onların da her birinin hitap edebileceği çevre vardır. Bir bilgilendirme kampanyasıyla gönüllüler ordusu oluşturulursa iftiracı medyanın işgalci siyonistler hesabına yürüttüğü yalan temelli enformasyon çalışmaları tamamen etkisiz hale getirilir.
Buradan siyonist katillere tepkili tüm sivil toplum kuruluşu yetkililerine bir çağrı yapmak istiyorum. Filistin davası ve siyonist vahşet hakkında uzman kişilerin bunca dernek ve vakıf şubesini dolaşması mümkün değildir. Sürekli aynı yüzlerin insanların karşısına çıkıp konuşmasına da ihtiyaç yok. Her bir şubede bir kişiyi görevlendirin. O kişi bir hazırlık yapsın ve mümkünse görüntülü bir bilgilendirme programı düzenlesin. Yönetimdekiler de bu bilgilendirme çalışmasının mümkün olduğunca çok sayıda insana ulaşması için katılımın azami düzeyde olmasını sağlamaya çalışsınlar. Bu bilgilendirme çalışmasında Akdeniz’in uluslararası sularında seyr halindeki bir yardım gemisine yapılan insanlık dışı saldırıdan yola çıkarak siyonist vahşetin genelde tüm insanlık, özelde İslâm âlemi ve bu arada Türkiye için nasıl bir tehlike oluşturduğuna dikkat çekilsin. İnsanların duyarlılıklarının artması için siyonist vahşetin insanî değerlerden nasıl soyutlandığı hakkında bilgiler verilsin.
Filistin, Kudüs ve Mescidi Aksa özgürlüğüne kavuşmadan, Siyonist vahşetin ellerine kelepçe vurulmadan insanlık huzura kavuşamaz. Her ne kadar son Mavi Marmara katliamında dünyada büyük tepkiler olduysa da, siyonist vahşetin iyilik kervanına mermi yağdırdığı, dokuz kişiyi şehit edip onlarca insanı yaraladığı ve sonuçta haklıya destek veren özgür insanların kollarına kelepçe vurduğu bir gerçektir. Demek ki insanlığın daha güçlü atağa ihtiyacı var. Bunun için de bilgilendirme çalışmalarının artırılması ve duyarlılığın trendinin yükseltilmesi gerekiyor.
İnsan gördüğünden daha çok etkilenir. Bu yüzden görsel malzemeler sözlü bilgilendirmeden etkilidir. Sivil toplum kuruluşlarının tüm şubelerinde siyonist vahşeti gözler önüne seren fotoğraf sergileri düzenlenmeli. İHH, Mazlum-Der gibi kuruluşların prodüksiyon ekipleri tarafından tanıtıcı videolar hazırlanıp dağıtılmalı ve tüm STK şubelerinde aralıklarla gösterime sunulmalıdır. Özellikle Mavi Marmara gemisine yapılan saldırının görüntülerini dikkate sunan video çekimlerinden derli toplu ve düzenli bir prodüksiyon çalışması yapılacağını sanıyoruz. Bu çalışma STK şubelerinde düzenlenecek kültürel etkinliklerde gösterime sunulmalıdır.
Yaz döneminde çeşitli tatil kampları düzenlenecektir. Bu kamplar sadece eğlence ve piknikten ibaret olmamalı, muhtelif konuların yanı sıra Filistin davasıyla ilgili bilgilendirme çalışmalarına da zaman ayrılmalıdır.
Filistin davasıyla ilgili bilgilendirme çalışmalarında yanılgıya düşülmemesi için bazı ilke ve kavramlara özellikle dikkat edilmesini tavsiye ediyoruz. Bilgilendirme kampanyasında gönüllü olarak yer almak isteyenlerin daha önce değişik vesilelerle üzerinde durduğum, Filistin Davasının İslâmî Temelleri ve Filistin Hakkında Yanılgılar isimli kitaplarda da özetlediğim bu ilke ve kavramları gözden geçirmelerini öneriyorum.